KUSMA NÖBETİ


Mektup                                                                                                                       3.11.2019
                                                                                                                                   Pazar




   Bir amacı olmalı hayatın, var oluşun. Yıllardır içinde kaybolduğum hayatın temelleri olmalı. Gündelik dertlerim ve mevcut dünya içerisinde kaliteli bir hayat sürdürebilmek için yaptığım seçimler sonucunda sahip olduğum sorumluluklar hayatı yaşanabilir kılmaktan çok uzak. İnsanların hemen hemen hepsi, tanıdığım insanlar üzerinden kurduğum bir orandır bu, biraz önce bahsettiğim dünyevi dertler çevresine kurulmuş bir hayat sürüyorlar. Bu hayat genel amaçlardan oluşmuyor. Eğer ki evrenin yaşı boyunca süren tiyatrali düşünürsek bireyin hayatı, hiçbir önem taşımayan bir süre. Bu süre içerisinde hayatınızın öneminin olması ya da olmaması arasında hiçbir fark yok.

   Bu ürpertici tablo karşısında bulunan dünyadan daha öte bir yaşama, dünyaya inanmak gerçekten insan oğlunun başardığı en değerli şeylerden birisi. Hayatımızın önemsizliğini kavrayan insan, bu önemsizlik içerisinde kendisini önemli bir varlık olarak kandırması çok olası. Fakat bu görüşe katılmayanlar. İnsan yaşamının evrendeki önemsizliğini kavrayanlar, onlar ne olacak. Bir amacı olmalı o inanların da. Fakat gerçeklikle paralel haldeki bir amaç. Zira tanrı ile oluşturulmuş anlamları reddetmesinin temel gayesi tanrının gerçeklikle ilişkilendirilememesi. Bu kabul ediş bana göre bir kırmızı haptır. Bilirisiniz kırmızı hapı yutan birisi bir daha dünyayı eski haliyle göremez. Ona anlatılan masallara inanmaz. Kırmızı hapı alan birisi artık hiçbir şeyi eskisi gibi kabul edemez. İşte burada araştırmalarımın sonucunda. bu kabullenmeyi yaptıktan sonra, oluşturulan bazı beşeri anlamlara rastladım. Bu anlamlar genellikle ben merkeziyetçilik çevresinde oluşturulmuş anlamlar. Sartre’ın varoluşçu ateizmi ya da Nietzsche’nin dünyayı kabullenişi, bunlar yalnızca aklıma gelenler. Daha birçok düşünür bu konu hakkında farklı tanımlar ve görüşler oluşturmuşlar.
  Tüm bunlara sarılmadan önce gerçekliği kabul etmekte sorunlar yaşıyorum. Hayatımızdaki büyüterek yücelttiğimiz her anlam aslında hiçbir şey. Bu kadar net ve açık bir tanım midemin bulanmasına, gözyaşlarımın akmasına neden oluyor. Varoluşumun esasında bir hiç olduğunu kabul etmek, biraz önce bahsettiğim ben merkeziyetçi fikirlerin de genel tabloda bir hiç olduğu anlamına geliyor. Kendi kendimin hiç olması, kendi üzerime kurduğum hayatı da hiçleştiriyor. Sevdiğim kadınlar, en sevdiğim renk, sevdiğim diziler, dostlarım, annem ve dedem her şeyim aslında hiçbir şeyim.  Çünkü ben bir hiçim.
  
  Tüm bu farkındalığı unutabilmek isterdim. Hayatın ciddi ve gerçekçi bir amaç olduğunu kabul etmek isterdim. Evrendeki her bir maddenin yüce bir varlık katında eşsiz bir anlamı olduğunu kabul etmek isterdim. Dünyanın dönüşünün fizik kurallarının eseri olmadığını, aslında güzel bir hikâyenin sonucu olduğunu düşünmek isterdim. Bu şekilde belki de daha çok motivasyonum olurdu. Sonuçta yaptığım her eylemin nihai bir amacı olurdu. Bu şekilde daha huzurlu ve yaratıcı bir hayatım olabilirdi. Fakat bu farkındalık unutulabilecek bir şey değildi.

  Unutamayacağıma göre ne yapabilirim. Kendi varoluşumu destekleyen ve beşeri değerler atfeden öğretileri yaşayabilirim. Fakat bu bir çözüm olmayacaktır. Çünkü bir günüm güzel geçse diğer günüm bulantılarla geçiyor, gerçekliğin o keskin bıçağı ile ruhum kesiliyor, parçalanıyor. Bunları biliyorum, denedim.

  Diğer bir seçenek unutmaktan öte tepkisizleşmek. Yok etmek her anlamı ardından anlamsızlık ile yaşamak. Herhangi bir sorumluluk yüklememek bedene ve zihne. Hayatı yalnızca bir süre geliş olarak nitelemek. Yarınımı planlayan her türlü olgudan soyunmak. Öyle soyumak ki, sert ve soğuk bir et yığınından farksızlaşmak. O zaman ne farkım kalır tüm bu sorgulama külfetine bulaşmayanlardan.

  Sanırsam 17 yaşındaydım. Bir anlamı vardı tüm bu nefeslerin. Bir kadın. Hayatımı kendi üzerime kurmayı denemiştim. Fakat temelim çok cılız kaldı, bir insan daha ekleyeyim dedim. Sonrasında ben kalamadım. Çünkü güzelin yanında iğrenç olanın tabloya tek katkısı güzeli çirkinleştirmek olurdu. O gün yazdım bunları her yere,
      Bir varoluşçunun serüveni farkındalıkla başlar. Önce başka insanların var olduklarının farkına varırsın. Daha sonra kendi varlığın ile bir başkasınınkini kıyaslarsın. Sonuçta kendi varlığını başka varlıkların altında görürsün. En sonunda başka bir varlık ile var olursun. Var olduğun varlık senden uzaklaşırsa anlamsızlaşır ve yok olursun. Bir de üzerine ütopya hayalin yoksa sadece nefes alırsın
  Artık dünya sadece nefes alanların krallığıdır.
  Zevkler sana anlamsız gelir. Sex, sigara, kahve ve yenilikler, kendinden uzaklaşmak için kullandığın araçlardır. Fakat asıl sorun şudur ki herkes gider ve sen, çırılçıplak bir beden, karşısında ise mide bulandırıcı bir yüz ifadesiyle baş başa kalırsın.
  Kurtulmak için çabalarsın. Fakat sonuç yine aynı. Bilincine varırsın tek başınalığın. Bu dünya da yalnızca sen varsın! Sonra kendine değer vermediğini hatırlarsın. Bir şey belirir zihninde; Salt, soğuk ve sert bir belirti. Her şeyin sonucu ve nedeni olana dönüş.
Hiçliğe dönüş,
ÖLÜM!

O günden beri yokum. Çevremdekilere güzel bir manzaraya dalmış gibi sırıtır içimden acaba hangisi intihar süsü vererek beni öldürebilme yeteneğine sahip diye düşünürüm.

  Ama başka bir yol olmalı.

Yorumlar