Zemin kat


Yorgunluğu gözlerinden belliydi. Belki uykusuzluk belki erken bir ölüm haberi. Tek isteğinin kapıdan dışarı çıkmak olduğunu farketti. Sokaklar beni çağırıyor duyuyor musun derdi kimi geceler yoldaşına. Nasıl ki bir işe başlamak sonraki duraklara açılan ilk kapıysa, adımlarda yeni sokaklar ulaştırırdı ona. Mühim olan gezgin olmak  değildir, mühim olan yurtsuz bir gezgin olmaktır derdi. Dönecek bir yeri olan kimseden gezgin olmaz. Gitmek istediği bir rota olandansa asla. Gezgin olmak kaybolmaktır en başında. Daha yola çıkmadan hem de, daha doğmadan kaybolmak. Rotalar ve doğan güneşle beraber yeşeren yeni planlar yaşama terstir. Bundan dolayı zemin katta yaşayan adam planlardan çoktandır nefret ederdi. Öngörülebilir her şey hayatın temel dinamiğine karşıydı. İnsan endişeden yaratılmıştı ya, bundan dolayı cesurca plansız yaşamak lazım gelirdi. 

Kendini aynada gördüğü ilk gün tanışmayı reddetti. Yabancılık onun için hakikatin temel direğiydi. Aynaların getirdiği farklı suretler onu bilinen gerçeklikten uzaklaştırdı. Yemek yerken, sevişirken ve düşünürken uzaktan izledi kendini. Eylemleri zamanda aktı. Düşler gelecek vaat etmedi, pişmanlıklar geçmişi yâd etmedi. Yabancılık sosyokültürel bir kavramdan, bir konteynır ağırlığında minimal bir karadeliğe dönüştü. Zaman ve mekan büküldü. Ufukta oluşan kırık aynaların çatlaklarıyla birleşti. Yarıklar önce kaşlarını deldi, sonraysa hayatını.

 Kendimi tanıyamacaksam dedi sonra başkalarını neden tanımaya çalışıyorum. Düşündü ve dinledi. Bir sonraki adım ya yakıp yıkmaktı her şeyi ya da yeniden yaratmak. Seçim yapmayı reddetti. Onlar ve diğer her şey nasıl devam ediyorsa ve edecekse hayata o şekilde bırakmaya karar verdi. Sadece baktı ve izledi. Onlarla aynı evde yaşadı, aynı caddelerde yürüdü, aynı kahveyi içti. Yabancılık uzaklaştırdı onu yerküreden, bilinci gözlerindeki karadeliğe çekildi. Arzudan uzaklaşmak onu tanrıya yaklaştırdı. Acıdan uzaklaşmak ise edebiyata. Hissetmeden yazılmaz diyen her kimse ona saçmaladığını söylemek isterdi. Hissizlik her hisse aynı uzaklıkta olmaktan başka bir şey değildi. 

Kelimelerden kaleler kurdu, kaleleri zapt eden figüran şövalyeler ve onların hedefindeki gereksiz prensesler… yaratım yıkımı talep etti. Var olan hiçlikle sevişti. Zaferler bozgunları takip etti. Anladı ki zaferlerin bozgunlardan ve varlığın yokluktan hiçbir farkı yoktu. Kaybettiği düşünen bir kimse daima kaybederdi. Çünkü kaybetmek, kaybettiğini düşünmekten ibaretti. Yaşamadığını ya da yaşayamadığını düşünen bir kimse ise çoktan gömülmüştü. Zemin katta yaşayan adam gibi, bazıları yaşamı düşleyemediklerinden ölürlerdi. 

Kimi zamanlar ölüm ile yaşam arasındaki ince çizgiyi düşlerdi zemin katta yaşayan adam. Çizginin sonunda ona uzatılan muzu düşünmekten çizginin altına bakmazdı insanlar. Denge farkındalık işiydi. Dikkat ise, dikkati dağıtacak bir şey olmadığında her tür canlının en temel yeteneklerindendi. Bundandır ki derdi zemin katta yaşayan adam, “farkında olmak, farkında olarak yaşamak, farkında olarak yürümek ve farkında olarak ölmek dünyanın en zor uğraşıdır”. Farkında olunan şey elbette uçurumlardı. Yabancılığın yarattığı kırgın ufuk, büzüşük zaman, ve tanınamayan bilincin kimi aynalardan yansıyan sureti… uçurumlar hayatın her anında açılıyor, karşımda duran vazo, biletleri kontrol eden görevliler ve simit satarak hayatını geçiren ortaokul öğrencisi tozlaşıyordu. Anlamsızlık sarmalı adım adım onları boğuyor, havaya karışan varlık tozları taptaze fakat bir o kadar umutsuz tohumda can buluyordu. Geceleri aydınlatan yıldızlar, hayatı karartan nefret dolu gözler. Uçurumlar, her yerdeler. 


Zemin katta yaşardı adam. Bu onun için ekonomik bir zorunluluk değildi. Özgür bir seçim ve devamında gelen birkaç olaydan farksız bir gerçeklikti yalnızca. Ona göre insanın ikinci, üçüncü ya da yirmi dördüncü katta oturmak için önce kendini tanıması gerekirdi. “İnsan kendini tanımalı ki” derdi gece geç saatlere kadar devam eden bira kokulu bar sohbetlerinde, “konumunu bilmeli ki var olsun.” O ise bunu çok uzun zaman önce reddetmişti. Karşısında oturan değişken yüzler yanıtlardı bu argümanı, “prensipleri olmalı yaşamanın. Ne olursa olsun, ister bir sokak ister bir renk, prensipleri olmalı insan olmanın.” O da bu yanıtı bekler gibi cevaplardı, “prensipler yaratır insanı, prensipler yaşatır insanı, prensipler tanıtır insanı.” Uzun bir sessizlik birayla yumuşardı. Kana süzülen alkol zihni daha berrak hale getirirdi. Berraklaşan zihinse en dipteki soruyu iki dosta ortak olarak sunardı. Önce kişisel bocalanmalar, tanımlamalar iç çekmeler, sonrasındaysa dürüst bir paylaşım. Biri söze girerdi hızlıca, hızlıca ve umarsızca, “Prensipsiz bir kimse nasıl yaratırdı, nasıl yaşardı ve nasıl tanımlardı kendini. Yapamazdı. Yaşayamaz, yaratamaz ve tanımlayamaz.”

Zemin katta yaşardı adam. Yalnızlığın siyahla aydınlattığı geceler koltuğuna oturur, kaldırımlara açılan gözlerinden sokakları izlerdi. İzmaritler düşerdi pencere pervazına. Bir genç sevgilisiyle sevişirdi onun duvarlarının ardında. Sayısız ayakkabı görürdü. Botlar, spor ayakkabılar, stilettolar, kunduralar. Bambaşka hayatlar fısıldardı her biri ona. Kelimelerden kurduğu kaleler gibi yaşam giydirirdi ayakkabılara. Yeterince bollaştığında insan gürültüsü ve günün hızlı esintisi piposunu yakardı. Zamanı kaldırmak için uyuşturucuya başvurmak ondan çok önceleri keşfedilmişti. Zamanın hızla geçip giderken teninde açtığı çizikleri sarhoşlukla durdurmak isterdi. Sorunları çözmek için çözümler geliştirmek isterken yeni sorunlar yaratmak, zemin katta yaşayan adamdan da çok önce keşfedilmişti insanlar tarafından. O da, bir mukabele, bu geleneği muhafazakarca sürdürmekten başka bir şey yapmıyordu. 

Zemin katta yaşayan adam, pipo yaktığında ve dünyaya açılan gözlerinden dünyaya baktığında gördüğü ayakkabılar üzerine yaşamlar  giydirirken yazardı. Anlamlı olsun anlamsız olsun yazmak bir tür tedavi yöntemiydi. Zamanın hızını kesmek için başvurduğu ve sorunu çözmekten ziyade yeni sorunlar yaratan insanların geleneğini devam etmek için kullandığı uyuşturucular zihni ile dünyanın oryantasyonunu sağlayamadığı zaman kalemine başvururdu zemin katta yaşayan adam. Ve bu çabanın da yetersi geldiğini anladığında düşünürdü, “toprağın altında ya da üstünde, Azrail'e karşı boyun eğmekten başka yapabileceğimiz ne vardı ki?”



02.11.22

Yorumlar