karalama kağıdı
Merhaba,
Hem yazmak istediğim çok şey var, hem de yok. çok garip aslında, bir şey ya vardır ya da yoktur. Belki de varlığın en temel kanunu ya da mantıki izhati budur; var ya da yok! Gelgelelim, kendisi adına birçok şeyden emin olmayan birisi için bu kurallar pek de gerçekçi olmuyor. nasıl olurda bir insan kendi saf varlığından emin olamadan diğer tüm şeylerden emin olabilir ki?
Ah... Emin olma yetisi. ya da bana göre inanç. Ne çok isterdim herhangi bir şeye dört elle sarılmayı; ne çok isterdim sürüklendiği bu kuyuya karşı bir dala tutunmayı. Belki de hayatım boyunca en çok iç geçirdiğim konu budur; inanmak. öyle tanrıya ya da bir kişiye değil, kendine inanmak. Aman aman bir inançtan da bahsetmiyorum, sıradan hatta bayağı bir inanç bu. Nasıl ki insanlar kendini tanıyorsa, ben şöyleyim ya da böyleyim diyebiliyorsa, tavizler vermemesi gereken noktaları biliyor ve var olan sorunlara karşı kendini o tavizlere karşı geliştirilen inançla savunuyorsa, işte öyle bir tanımışlık benim bahsettiğim. Ne vardı sanki, ben futbol sevmem diyip meseleyi kapatabilseydim veya çok sinir bozucu bir el şakasına karşı bir şeyleri kaybetmeyi göze alarak sert bir çıkış yapsaydım. ben kendimden emin olamadım, o el şakasına sert bir çıkış yapamadım, tavizlerimin ardından ünlemler değil, minnet dolu ricalar baş gösterdi. kendime karşı geliştirdiğim gurur verici sorgulama alışkanlığı adımın üzerinde silgi gibi gelip gitti. artık öylesine silikleşti ki insanların zihninde zihnim, varlığım yerküre üzerinde ancak uçucu bir gaz olarak tanımlanageldi. adım adım; yavaş yavaş fakat an ve an yok oldum. bedenim ve ruhumun her zerresi yavaş yavaş tozlaştı. artık bu diyarda zihnimin esamesi okunmaz, adımın ağırlığı tanınmaz hale geldi. Öyle ya, kendini tanımayan bir varlığın; daha doğru tabiri ile kendini tanıdığına inanmayan bir varlığın varacağı zaruri son durak haline geldim: yok olmak. Oysa her şeyi düzeltmek istemiştim, her şeyi yok etmekten başka hiçbir şey yapamadığımı çok geç fark ettim.
Ben yok oluyorum, her geçen gün bir şeyler kaybediyorum. yakalamaya çalışmak için zamanı, girdiğim her savaşta, yakamı geçmişten bir kokuya kaptırıyorum. geleceğin başıbozuk tokadı küstürüyor beni güneşe; bir gün, gün doğumunu bekleyecek güce sahip olamayacağımdan korkuyorum. kimi zaman yaşamak bir cesaret işi gibi geliyor, riske atılacak yeni bir olasılık, yeni bir çizik yeri arıyor akrep zihnimde, olacak olan, olmuş olandan teminat alarak pazarlığa otuyor benimle. kılıncıma uzanacak gücüm yok, derman kalmadı hiçbir fikrimde. Kuyu beni bekliyor, görüyorum. hiçliğin koynunda, ölüm beni bekliyor görüyorum. Çaresizlikle bir dost arıyorum çevremde, anlaşılmak için daha kaç yıl anlamaya çalışmak gerekir insanları diye soruyorum aynadaki bir kimseye. gecenin kör bir vaktinde, ihanet etmekten korktuğum tüm nesnelerin, tırnaklarımla kazıdığım zamanın kumu altında bulduğum tüm antik ahlak kurallarına zıt ihaneti ile sarsılıyorum. Önünde düğme iliklediğim tüm değerlerin başıbozuk bir tanrı katili tarafından dize getirilişini yaşlı gözlerle izliyorum. onca gece güvenle başımı yasladığım sıkı dostlukların saplayacağı bıçağı bekliyorum artık. anlıyorum, korkarak ve titreyerek, anlıyorum; ölüm beni bekliyor, biliyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder