Kusma nöbeti 3

 Her yıl bu vakitlerde, yaz kapımı çaldığında oturup uzun uzun düşünürüm. Bu düşünce nöbetleri beni her defasında aynı sonuca vardırır. Zaman değişse de, mekan yenilense de ya da bambaşka şeyler öğrensem de bu son durak asla değişmez. Yalnızca her yıl daha da güçlü bir sonuç olarak var olur. Sanki sırf bu sonucu kuvvetlendirmek adına yaşıyormuşum gibi gelir bana. Gözümdeki perdeler adım adım aralanıyor sanki. Eskiden bu perdelerin engellediği fikirler bu dönemlerde hücum ediyor beynime ve idrakim sarıyor onları çepeçevre. Vücuda giren yabancı bir cisim nasıl ki intihap ile sarılıyorsa, zihnim de bu yabancılığı sarıyor. Önce onu tanıyor. Daha sonra en vurucu gücü ile yani idrakı ile çözüyor diğer fikirlerin içinde. Her yıl yenilenen bu yeni bilgiler yalnızca yukarıda bahsettiğim şeyi, sonucu güçlendiriyor. Bazen gözlerimdeki kalın merceklerin at gözlüğü olduğunu düşünüyorum. Eğer her değişim ve yenilik bir sonucu doğruluyorsa, söz konusu sonucu tanrı olarak kabul etmiş olma ihtimalim var. Belki de ben de bu sonuca karşı takıntılıyım ve hiçbir gerçekliği kabul edemeyecek kadar inanıyorum ona. Bu durumda insan; bilinçli olarak kendine kondurduğu sıfata uygun kalır mı? Ben kendimi öteki olarak tanımlıyorken, ötekileşmemin temel sebebi olan toplumun bir özelliğini taşıyor olmam beni ötekilikten çıkartır mı? Yoksa şahsiyet olmanın temel zemini başkalarıyla bir özelliği paylaşmaktan ziyade onlarca hatta yüzlerce özelliği özgürce kombine etmek midir? Eğer böyleyse, bir özelliğimi binlerce hatta milyonlarca kişiyle paylaşmam benim ötekiliğime zarar vermeyecektir. Kesinlikle, önemli olan bir şeye sahip olmak değildir, önemli olan sahip olduğun şeye karşı konumun ve sahip olduğun şeyin diğer şeylere karşı konumudur. İşte bu şekilde insan şahsiyet haline gelebilecektir. Bir yaratım elzem.

Gelgelelim asıl meseleye. Henüz yeni yetme bir dostluğa sahip olsak da kısmen dünyaya bakışım hakkında fikir sahibi oldunuz aziz dostum. Belki de kafanızdan nesnesi ben olan bazı yargılar kurmaya başladınız bile. Sanırsam insan doğasının bir özelliği de bu. Üzerinize alınmamanızı rica ederim, insan daima anlama çabası içerisinde kıvranan bir mahlûkattır. Buraya kadar her şey güzel gibi gelebilir. Korkarım ki bu uzun süreli bir iyilik hali değil; zira insan hiçbir şeyi anlayamaz. O halde nasıl anlama çabası içinde olur diye sorabilirsiniz. İnsan hiçbir şeyi anlamaz fakat yorumlayabilir. Bu yüzden tarih yanılan isimlerden oluşur. Yalnızca asırları kastetmiyorum tarih derken, daha dün bile yanıldığını düşünen onca insan varken bu kadar büyük bir resim hayal etmemize gerek yok. İnsan anladığı sandığı şeyi yayma çabası içerisine sürüklenir genellikle. Hatta öylesine acımasız bir varlıktır ki, zerre merhamet hissetmeden insanlar keserler. Bunca kanın tek nedeni ise farklı yorumlardır. Sizce aziz yoldaşım; eğer insan anlamaktan çok yorumluyorsa bir gerçeklikten bahsetmek ne kadar doğru olur? Tek bir gerçeklik vardır o da var olandır. Var olanı algılayan varlıkların bu gerçeklik hakkında öne sürdüğü yorumlar bunca yanılma nedeniyle gerçeklik olamayacağına göre, bu yorumların hepsini dikkate alarak üzerine düşünmek pek de akıl karı değildir.
Her neyse size bu dönemlerde düşüncelerimin beslediği sonucu açıklayacaktım. Tüm bu yazdıklarımı, aslında bunlar zihnimin içinde gezinen birbirine ölüme dek dolanmış yılanlardır, hayal ettikçe var olmaktan ziyade hiç olmanın daha doğru olduğu sonucuna varıyorum. Evet, burada bahsettiğim şey bir nevi intihar. Dünya çürüyor, vazom elimden kayıyor, makyajlar sırıtıyor ve herkes kendi engin idraki ile bu can yakıcı resitali abartılı bir yorum ile anlatıyor. Bense bu iğrenç oyunun içinde bedeninden ve onun tüm getirilerinden nefret eden bir hayalet gibi geziniyorum. Ne oyunun içindeyim, ne de dışında bir seyirci olabiliyorum. Sanki göremediğim, dokunamadığım bir zincir beni boynumdan bağlıyor. Onu anlayamadığım için ne ile kopartabilirim bilmiyorum. Arafa zincirlenmiş bir ruhum anlayacağınız. Öte yandan birkaç asil dost dışında kimsecikler yok benim alemimde. Eğer içimde bir güç hissedebilirsem onlarla sohbet ediyorum. Eğer bu kadar talihli bir güne uyanamadıysam da bazen ağlamaklı bazense nefret saçan gözlerle bu oyunu izliyorum. Ne başımı çevirebiliyorum ne de gözümü kırpabiliyorum. Bileklerim derine inememiş yaralar ile dekore edilmiş. Boğazımda halat kesikleri, zihnim ise dünün harabesi. Buralar yıllardır soğuk, güneş çoktan evrensel görevinden istifa etti. Işıksız bir odanın en sert köşesinde uzanıyorum. Bir kalksam yerimden, belki ne cihanlar sereceğim önüme ama zihnim çoktan pes etti karşısına dikilmiş bu canavarlara karşı. Bir kalksam yerimden uyanacağım belki bu yıllar süren kabustan ama lanet olası prangalar! Kahrolası farkındalık! Her defasında daha da yükseliyor karanlık, yenmiş fikirler ile irileşiyor yılanlar ve bir insan kafası ancak bu kadar ağır olabilir diye düşlüyorum. Prangamı sıkıyorlar her yıl daha da yaklaşıyorum zemine. Her defasında daha da uzaklaşıyor güneş duvarlar buz gibi. Her defasında sevmediğim bu oyunu daha da yakından seyir ediyorum ya da baş karakter olmaya daha da yaklaşıyorum. Görüyorsun ya, demiştim sana:

‘Muhakkah burası vaat edilen cehennem. Bir nevi ilahi; Lucifer’ın kehaneti…’

Üzgünüm seni ıslatmak istememiştim. Bazen gözlerimden taşıyor beynim.

Yorumlar