26.05.2025, Saat 12.12

     Merhaba, bu dosya belirli aralıklarla notlar aldığım günlüğün ilk sayfası. Bu günlük eğer başarılı olursa kendimi sürekli geçip giden zamana karşı nasıl kazandığım ve yarattığımın bir kanıtı olacka. Amacım tarihe iz bırakmak ya da dünyaya kazık çakmak değil. Bu yalnızca var oluşumu kendime kanıtlamanın bir yolu olacak. 

Özellikle son zamanlarda içinde  bulunduğum durum nedeniyle, zihnim sürekli aktif olsa da düşünceler ve planlar sürekli olarak birbirini takip ederek yok oluyorlar. Zihnim sanki sürekli olarak kendi içinden bir şeyler sızdırıyor. Ben de zihnimden sızan her şeyi bir yerde toplamak istiyorum. Kendi kendimin arşivi olmak istiyorum. Çünkü şu ana kadar tüm bu düşüncelerimi tam olarak anlayabilecek ve bu düşüncelere karşı duyduğum coşkuyu benimle beraber deneyimleyebilecek kimseyi tanımadım. Belki de bu cümlenin yüklemi 'Tanıyamadım' olmalı. Emin değilim. 

Max Richter dinlerken daima yazılarımı edebi bir konuma çekiyorum. duygusal ve bu duygusallığı estetik hale getirme isteği uyanıyor. Fakat bugün bu olmamalı. Temelleri bugün burada atmalıyım ki Diğer günler bu temeli geliştirmekten başka bir görevim olmasın.

Evet, Şu an kendime bir dost yaratmak için uzun yıllardır zihnimde bir yerlere gizlediğim yönümü çıkartıyorum. Tanrılıktan emekliye ayrıldığımı sana söylemiş miydim ? ilkel bir tanrılık elbette. Saf yaratımın ismi olan tanrılık. 

Tam bu düşünceyle bütünleşmeye çalışırken biraz önce telefonum çaldı. Teknolojinin nimetlerinden birisi de sizi rahatsız edici biçimde yalnızlaştırması. Öyle bir noktaya geldi ki artık gerçeklikten daha üst ve arzulanan bir gerçekliğe ulaştırdı bizi. Modern yüzyıl tıpkı Nietzsche'nin Bengi dönüşündeki Kırılgan ve sentetik anlamı, yeniden ve yeniden üzerimizde test etti. 

Düşüncelerim çok karmaşık. Az önce kendimi tam olarak bir noktaya odaklayabiliyorken, şimdiyse bir yanda Nietzsche, bir yanda Postmodernist değersizlik sistemleri diğer yanda kapitalizm ve hepsinin ortasında bir başına ben var. 

Yeni bir paragraf ve yeni bir düşünce akışı. şimdi kontrolü ele almalıyım. Elimdeki ipleri sıkıp özgürce kendi küçük kafesi, Kafatası, içinde dört dönen beygirlere yol göstermeliyim. Onlara kimin efendi olduğunu göstermeliyim. Ama önce bir sigara...

Yeniden odaklan. neden bu yazıya başladığını hatırlat kendine. Temel atmak zorundasın. Temel için gerekli olan şey ise zemin araştırmasıdır. Nasıl ki koca koca binalar dikmek isteyen mühendisler önce zemin etüdü dedikleri şeyi yapıyorlarsa sen de aynı şekilde bu koca binayı, kendini oraya kondurmazdan önce zemini ölçüp tartmalısın. "Hey burası uygun mu?" diyerek toprağa ucu demirden işçi ayakkabıları ile vurmalısın. Toprağı anlamak için ondan korkarak ona yaklaşmalı ve buna da iş güvenliği demelisin. Hatta bu medeniyet hamlesi ile hayatı o kadar çok sevmelisin ki, hayatın senin için hazırladığı heyecanlı fakat senin için bir o kadar tehlikeli olan rastlantılardan kaçınmalısın. Baretler, Ayakkabılılar, renkleri ile güven veren önlükler. Önce bedenini sağlama almalı sonraysa da zemini test etmelisin. Sonra bir sigara daha yakıp nasıl da doğadan yani seni var eden anadan bu denli yabancılaştığını düşünmelisin. Elinde kaynayan bir karton bardak ile kaderine ve yüzyılına sövmelisin 

"Kader, Senin yarattığın kader mi? Suç senin değil mi ki cezayı üstlenmiyorsun yavşak!" derler adama. Der, kim der peki ? çok da derine inmemek gerek, muhtemelen yıllardır yeniden okunmayı bekleyen bir kitapta yazılı bir karakter der. Öyle demelidir zaten. Zihnimizi bin bir parçaya ayırmış olan klasik dünya edebiyatı, klasikler. Sıradanlar, ya da sıradan olarak var olduğu için zamanla klasikleşen şeyler. onlar içimizden birileri değil mi ? Raskolnikov, İvan Karamazov, Bazarov ve elbette sevgili Roquentin; Tarihçi yazar ve arşivci Antonie Roquentin. Kendisinden kaçan  bir arşivci. Benim gibi: Kendisini anlamak için çıktığı yolda ilk başvurduğu isim aynalardan yansıyan şey değil de bilmem nerenin dükü olan arşivci.

Zemin etüdü. İnsan kendi zihninin zemin etüdünü nasıl yapar ki? fikirler mi bizi ayakta tutan şeyler, öyleyse bu fikirleri mi test etmeli? her birini farklı stres testlerine mi sokmalı? bilimin ışığı ile aydınlanan köhne laboratuvarlarda atomlarına mı ayırmalı fikirleri. Peki hangi Mavi yakalı icat etti bu metodolojiyi, Hangi düşün emekçisi ? Freud mu yoksa Jung mı, hatta Dostoyevski bile olabilir, en sevdiği kalemi olan ceketinin iç cebinden hiç ayırmadığı baltasıyla. Yapım için yıkım gerekir. Tıpkı bedenden tümörleri çıkartan cerrahlar gibi, zihinden hastalıklı düşünce kitlesini de söküp almak gerekir. kimin için hastalıklı bu düşünce? Ne yapıyorum ben? kendimi aynalara mı kanıtlıyorum yoksa topluma uydurmaya mı çalışıyorum. 

Eğer konu buraya varırsa, "Hasta yoktur, hastalık vardır." der içimden bir karakter. Ben de aynaya dönüp şöyle derim, "karaktersiz piç!"

Zemin etüdü, Artık zihin etüdü haline geliyor. 

Yorumlar