Kayıtlar

13.08.24 Sıkıntı

     Tanrı sıkıldığı için mi yarattı bizi, yoksa sıkıntıyı yaratmak için mi zihnin merkezine koydu iradeyi?           Henüz daha gençken, artık genç olduğumu iddia edemeyecek kadar çok hissettiğimi varsayıyorum, boynuma 'Teadium Vitae' yazma düşüncesini aklımdan çıkartamazdım. Öyleydi ki bu, sanki benden önce beni orada görecekti insanlar. Daha da güzeli her aynaya baktığımda aynı korkunç sözü görecektim. Beni tanımlayan işte buydu. O koca düş hayvanı iki kelimede özetleniyordu işte: Yaşama karşı, bizzat onun yaşam oluşundan dolayı, hiçbir neden ya da bahaneye ihtiyaç duymadan oluşan bir nefret. Ölümün ve şiddetin büyüsü, intihar edebilecek olmanın ve etmenin saygınlığı, düşün her türlüsünün sonunda bir titan gibi beliren, yükselen hatta tanrılaşan gerçeklik, keskinlik ve sıkıntı... Her biri tek bir cümlede özetlenebilir işte: Teadium Vitae.      Ve her gün insan bu kabulle uyanabilir, şah damarı üzerine mutfak bıçağı ya da hiçliğe bilenmiş bir dolma kalemle bu kelimeler kazını

Çukur

 Gözleri alkolden seyiriyordu. Sokakta bozulması imkansız bir sessizlik vardı. Ellerinin üşüdüğünü hissetti bir an. Ellerini paltosunun cebinden çıkarttı. Daha fazla hissedebilmek için her şeyi yapabilirdi. Serin havada dans eden ağaç yapraklarından, arabalar altında ezilen betona kadar sadece hissetmek istiyordu. O ağaç gibi dans etmeliydi, gerekirse yere yatmalı ve tüm şehrin onu ezerek geçmesini beklemeliydi. Beklemek. Onu bekleyen kimsenin olmadığını hatırladı. Yetişmesi gereken hiçbir şey yoktu. Hatta o kadar boştu ki bu düşünce gelecekte bürüneceği kişi bile onun, kendisine bulaşmasını geciktirebilmek için elinden gelen her şeyi yapardı. Adımlarını yavaşlattı. Bİr köprüdeydi o sırada. Zamanı yavaşlattı. Mekanın farkına vardı. Hep böyle olurdu ya, manzaraya bakabilmek için duranlar ya da hayatın keyfini çıkartmak için zamanı yavaşlatanlar. O hangi kategoride acaba? Acısının tadını çıkartmak için mi yavaşlamıştı. Bir araba geçti hızla altındaki yoldan. Bazı geceler yoldan geçen he

Değersizliğin tebelleş olduğu bir özne

 Değersizliğin tebelleş olduğu bir özne Müsveddelere kazınmış intihar notları  Yıllanmış özlemler  Yitik düşler  Rotasız yürüyüşler. Sokağın sonunda koca bir duvar olduğunu bile bile; eve varamayacağını bile bile; düne hatta özgürlük ile ertelenmiş ya da yok edilmiş geleceğe, özlemle, boynu bükük gece yürüyüşlerine ne kadar tamah eder bir ruh? Gökyüzünde emanet soluklara, sana ait olmayan anlamlara tutunarak, fedakarlığın verdiği güç ile semanın kaçıncı katına kadar erişebilir? Ve tanrı hangi güzelliğe komşudur? Her eylemin sonunda eylemsiz bir hiçliği arzulayarak, kaç gece iç çekilir? Kaç hece ile dirilir ruh, zamanın efsunu yırtılır? Kaç hecedir o dua ki; yıllarca yeniden yazılır: müsveddelere kazınmış intihar notları. Yıllanmış özlemler  Yitik düşler  Rotasız yürüyüşler.  Zihnin merkezinde, o çoşkun düş ırmağının kalbine giren bir hançer; adına huzursuzluk der kimileri, Kimi kavimler huzur der. Dert aynıdır belki ama zaman ve mekan değişip gider. Uyumsuz olanın haykırışıdır bu. Hiç

Şiir Barbarlıktır

 26.7.23           Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba,  Geçtiğimiz haftalar boyunca onca zorluğun ve bana kalırsa haksızlığın karşısında kendi inançlarıma ve doğrularıma göre yaşıyor olmam yalnızca tek başınalığımı daha da baş edilmesi zor hale getirdi. Yıllar boyunca bir tek dize arasına sıkışıp kaldım. Gökyüzünde, bulutların ve düşlenmiş her rüyanın ardında beni tanrıların beklediğini hayal etsem de, ruhumu ve bedenimi bu dünyaya zincirleyen inançlarımı kesip atacak kuvveti kendimde bulamıyorum. Aylar hatta yıllar boyunca zihninde aynı yalan tekrarlanan düşkünler gibi kendi acınası sürüngenliğime aşkla bakıyorum. Geçmiş zamanların mirası, gelecek yılların temennisi bugünüm, bu iki uç arasında, iki dize ile mühürlenmiş şiir kokan sayfalarda toplumun, modern ahlakın ve sözde üç kuruşluk hakikat müsveddesi sözlerin değerlerin arasında sıkışıp kaldı.  “Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği.” Daha açığı bulunamadı, olmaz da! Kendimi olan şeylerin seyrine o kadar kaptırd

Kusma nöbeti 3

  Her yıl bu vakitlerde, yaz kapımı çaldığında oturup uzun uzun düşünürüm. Bu düşünce nöbetleri beni her defasında aynı sonuca vardırır. Zaman değişse de, mekan yenilense de ya da bambaşka şeyler öğrensem de bu son durak asla değişmez. Yalnızca her yıl daha da güçlü bir sonuç olarak var olur. Sanki sırf bu sonucu kuvvetlendirmek adına yaşıyormuşum gibi gelir bana. Gözümdeki perdeler adım adım aralanıyor sanki. Eskiden bu perdelerin engellediği fikirler bu dönemlerde hücum ediyor beynime ve idrakim sarıyor onları çepeçevre. Vücuda giren yabancı bir cisim nasıl ki intihap ile sarılıyorsa, zihnim de bu yabancılığı sarıyor. Önce onu tanıyor. Daha sonra en vurucu gücü ile yani idrakı ile çözüyor diğer fikirlerin içinde. Her yıl yenilenen bu yeni bilgiler yalnızca yukarıda bahsettiğim şeyi, sonucu güçlendiriyor. Bazen gözlerimdeki kalın merceklerin at gözlüğü olduğunu düşünüyorum. Eğer her değişim ve yenilik bir sonucu doğruluyorsa, söz konusu sonucu tanrı olarak kabul etmiş olma ihtimalim v

01/03/2023

Gençliğimden beri gerçeği keskinliği ile tarif ettim çünkü gerçek yalnızca keskin yüzünü gösterdi bana. Peki neyi kesmişti de dikmeye çalışıyordum ben. Hangi damardı da bu kadar kanadı ve hangi umut bana bu işin burada bitmeyeceğini fısıldadı?  “ Gençken  kaç gece yıllarca  acıyan yerlerime yaslanıp uçardım.” Hayalperest birisiydim, hatırlıyorum. gerçeklerden uzaklaşabildiğim kadar yaşardım bu hayatı. düşler her gece kafamdaydı. her rüyanın mutlu bitmesine karşı inancım ise fazlasıyla tamdı. belki de sorunum buydu, bu kadar iyimser olmak daima insanı kötümserliğe inandırırdı. Belki de bu hislerim ve yaşamım, yazdığım onlarca müsvette, gece notları; anlamsız paçavralar, herkesin bildiği altın kurallardır. Geç anladım ve geç kaldım. Yerimi tutamadan oyun başladı, bana bir kayadan başka kostüm kalmadı. Benim rolüm, onlarca ton basıncın altında katlanabildiğim kadar bütün kalabilmekten ibaretti. sonuçta paramparça olmak vardı, ölmek ve bir daha seni sen eden parçaları toplayamama

karalama kağıdı

 Merhaba,   Hem yazmak istediğim çok şey var, hem de yok. çok garip aslında, bir şey ya vardır ya da yoktur. Belki de varlığın en temel kanunu ya da mantıki izhati budur; var ya da yok! Gelgelelim, kendisi adına birçok şeyden emin olmayan birisi için bu kurallar pek de gerçekçi olmuyor. nasıl olurda bir insan kendi saf varlığından emin olamadan diğer tüm şeylerden emin olabilir ki?    Ah... Emin olma yetisi. ya da bana göre inanç. Ne çok isterdim herhangi bir şeye dört elle sarılmayı; ne çok isterdim sürüklendiği bu kuyuya karşı bir dala tutunmayı. Belki de hayatım boyunca en çok iç geçirdiğim konu budur; inanmak. öyle tanrıya ya da bir kişiye değil, kendine inanmak. Aman aman bir inançtan da bahsetmiyorum, sıradan hatta bayağı bir inanç bu. Nasıl ki insanlar kendini tanıyorsa, ben şöyleyim ya da böyleyim diyebiliyorsa, tavizler vermemesi gereken noktaları biliyor ve var olan sorunlara karşı kendini o tavizlere karşı geliştirilen inançla savunuyorsa, işte öyle bir tanımışlık benim bahs